Merhaba sevgili maceraperestler ve gizem avcıları! Bugün sizleri, geçmişin tozlu sayfalarından, seyyahların akılalmaz hikayeleriyle dolu bir yolculuğa çıkaracağım. Öyle sıradan geziler değil bunlar; doğaüstü olaylar, garip tuhaflıklar ve insan aklını zorlayan keşiflerle dolu notlar… Hani derler ya, “Gözlerinize inanamayacaksınız!” İşte tam da öyle bir durum. Hazır mısınız? Kemerlerinizi bağlayın, zira bu gezide zaman ve mekan algınız biraz sarsılabilir!
Bilinmeyen Dünyalara Kapı Açan Seyyahlarımızın Akılalmaz Notları
Dünyayı adım adım dolaşmış, kimsenin seyahat edemediği zamanlarda el değmemiş coğrafyalara tanıklık etmiş 20’yi aşkın seyyahın notları arasında, akla durgunluk veren olaylar var. Bu notlar, bize sadece coğrafyayı değil, aynı zamanda o dönem insanının inançlarını, korkularını ve hayata bakış açılarını da sunuyor.
İbn Batuta: Işınlanmadan Uçan İnsanlara!
İlk durağımız 14. yüzyılın çılgın gezgini İbn Batuta. Hac yolculuğuna çıkmış, ama yolculuk hoşuna gidince, bir daha eve dönmeyip tam 28 yıl boyunca dünyayı gezmiş! Bu “dönülmez yola” giren adam neler görmüş neler…
- Mekke’de Magripli Hasan adında aklını yitirmiş bir adamın hikayesini dinlemiş. Hasan, tavaf yapan bir dervişle dost olmuş ve memleketindeki şeyhini özlediğini söyleyince, derviş onu bir anda memleketindeki dergahının önüne ışınlamış! Vay canına! Tabii bu sırrı açıklayan Hasan’ın aklı gitmiş, dili de bağlanmış. Sakın sırrınızı kimseye vermeyin, sonra diliniz bağlanmasın!
- Hindistan’da zihin kontrolü ve ruhsal güçlerle insanların bilinçlerini değiştiren bir adamla karşılaşmış. Gözlerini kapatmış ve kendini uzak bir yerde, ilahi bir gücün yönlendirdiği farklı bir boyutta bulmuş.
- Kazakistan’da şamanların ritüeline katılmış, ilahi varlıklarla iletişime geçtiklerini görmüş. Sihirli sözlerin etkisiyle kendini farklı bir boyutta hissetmiş, bedeni dışarı çıkmış gibi, adeta astral seyahat yapmış! İşte “ruh bedenden ayrılır” dedikleri bu olsa gerek!
- Mısır’da halkla birlikte suyun üzerinde garip bir ışık görmüş, sonra ışık hızla suya dalıp yok olmuş. UFO’lar o zamanlar da varmış demek!
- Yine Hindistan’da bir büyücünün ritüelinde garip bir enerji dalgası hissetmiş, zaman sanki durmuş gibiymiş ve kendini farklı bir boyuta geçmiş gibi hissetmiş. Büyücü ona “Gizli güçler yalnızca doğru niyetle anlaşılabilir” demiş. Ne de olsa her sihirbazın bir felsefesi vardır, değil mi?
- Orta Asya’da bir şamanın öğrettiği gizli dans ve sihirli kelimelerle vücudunda bir ışık patlaması yaşamış! Şaman bu ritüelin insan ruhunu yeniden doğuşa hazırladığını söylemiş.
- Ve en inanılmazı: Hindistan’da ruhani pratiklerle vücutlarının yerden yükselmesine olanak tanıyan, yani uçabilen insanlar olduğunu duymuş ve ertesi gün onları izleme şansı bulmuş! Yoğun konsantrasyon ve meditasyonla yerden yavaşça yükselmişler. Demek ki süper kahramanlar her zaman pelerin giymiyormuş!
- Hint Okyanusu’nda belirli zamanlarda ortaya çıkan ve gün ışığında kaybolan gizemli bir ada duymuş, hatta sisler içinde bu adayı gördüğünü seyahatnamesine yazmış.
Marco Polo: Tibet’ten Çin’e Zihin Gücüyle Tedavi ve Uçan İnsanlar!
Şimdi de 13. yüzyılın İtalyan tüccar seyyahı Marco Polo‘ya geçelim. Çin’e kadar gidip ticaret yapmış ama gördüğü tuhaflıkları da es geçmemiş.
- Tibet’te rahiplerin derin meditasyonlarla dünyadan soyutlandığını ve ruhların ötesine geçtiğini görmüş. Bir rahibin düşünce gücüyle hastaları iyileştirebildiğine tanık olmuş, hatta gözleriyle bir adamın iyileştiğini görmüş! Bugünün plasebo etkisi dediği herhalde…
- Moğolların zaferlerini sadece savaşçılık ve stratejiyle değil, gizli bir gücün yardımıyla da açıklamış. Moğol liderlerinin doğaüstü yeteneklere sahip olduğunu, gizli koruyucu ruhlar tarafından yönlendirildiğini ve askeri seferlerden önce gizli güçlerle iletişime geçtiklerini yazmış. Demek ki Cengiz Han’ın başarısının ardında biraz da “ruhsal destek” varmış!
- İbn Batuta gibi Marco Polo da Hindistan’da zihinsel güçlerle bedenlerini kontrol ederek gökyüzüne yükselip uçabilen kutsal insanlardan bahsetmiş! Geçmişte kanatsız uçmak bayağı popülermiş anlaşılan.
İbn Cübeyr: Konuşan Ağaçlar ve Dev Kuşlar Diyarı
12. yüzyılın meşhur Arap seyyahı İbn Cübeyr‘in notları da bir hayli ilginç.
- Hz. İsmail’in kurban edilmeye hazırlandığı yerde, Hz. İsmail’in ayak izinin bulunduğu, merhametten yumuşadığı söylenen bir taştan bahseder.
- Bedir yakınlarındaki Tubul Tepesi’nden her cuma (ya da pazartesi/perşembe) davul sesleri geldiğini duymuş. Tepenin adı bile “davul”dan geliyor!
- Şam’daki Kasyun Tepesi’nde, Habil’in kanının bulunduğu, asla temizlenemeyen kan izlerinin olduğu bir “Kan Mağarası” görmüş. Bunu Allah’ın bir mucizesi olarak nitelendirmiş.
- Mekke dağlarında Zümrüdüanka kuşu olduğuna inanılan devasa bir kuşun uçtuğunu görmüş. Efsanevi kuşları görmek herkese nasip olmaz!
- Bahreyn’de halkın her yıl Süleyman’ın yelkenli gemisini görmek için sabırsızlandığını öğrenmiş. Geminin her yıl belirli bir zamanda denizin yüzeyinden çıktığına ve zamanın ötesinden gelen bir güç taşıdığına dair efsaneler varmış. Bir gemi denizin içinden çıksın, buna da denir “gemi seyrüsefer mucizesi”!
- Fas’ta Tanca’daki ormanda konuşan ağaçlara şahit olmuş! “Ağaçlardan gerçekten de konuşma sesi gibi tuhaf sesler geliyordu” demiş. Acaba ne diyorlarmış? “Odun değiliz biz, candır!” mı?
- Endülüs’te gizli ilimler ve bilgiler taşıyan kaybolmuş kitaplar hakkında efsaneler duymuş.
- Aynel Helvede ise gökyüzünde sabit duran, hiç hareket etmeyen bir yıldız görmüş ve buna çevresindeki kişilerle birlikte şahit olmuş.
Yakın Zamandan Sırlar: Nicholas Roerich ve Evrenin Gözü
19-20. yüzyıl Rus seyyahı Nicholas Roerich, Şambala ve Agarta gibi gizemli yerleri araştırmış.
- Tibet’te ekibiyle gökyüzünde güneşe benzer ama ondan daha hızlı hareket eden bir nesne görmüşler. Yüksek irtifada parlayıp aniden yön değiştirmiş ve dağın arkasında kaybolmuş. Tibetli lamalar buna “Şambala’nın habercisi” demiş. Bildiğiniz UFO yani, ama lamba versiyonu!
- Çintamani Taşı adlı, Sirius yıldız sisteminden geldiğine inanılan bir taş hakkında araştırma yapmış. Bu taşın uygarlıklara bilgi ve ruhani enerji aktardığına inanılıyormuş. Bir keşiş, “Taşın gölgesi bile kalbin saflığını yansıtır. Onu taşıyan kişi halkları ya yüceltir ya da felakete sürükler” demiş. Umarım yanlış ellere geçmemiştir!
- 1928’de Himalaya platosunda yürürken gökyüzünde dönen bir çember (tekerlek) görmüş. Lamalar buna “zamanın çarkı” ve “Şambala’nın gözü” demiş, sadece seçilmiş kişiler görebilirmiş. Roerich sanırım bayağı seçilmiş bir adammış!
- Adı açıklanmayan bir bölgedeki keşişler onu Gizli Kral ile buluşturmuş! Kralın yüzünde yaş yokmuş ama yorgunluk varmış, sesi rüzgar gibiymiş ve ona sadece “Sen geldin, şimdi dönme zamanı. Ama bir gün tekrar hatırlayacaksın” demiş. Roerich, bu liderin fiziksel bir varlık mı yoksa yüksek bir bilinç mi olduğuna hala karar veremediğini belirtmiş.
Lanetli Elmaslar ve Yeraltı Dünyaları: Tavernier ve Cosimo
17. yüzyıl Fransız seyyahı Jean-Baptiste Tavernier, pek de “iyi” biri değilmiş, aslında bir hırsızmış! Onun hikayeleri abartılı olsa da, Hope Elması‘yla ilgili notları enteresan.
- Hope Elması, Hindistan’dan çalınmış ve birçok sahibine (Fransa Kralı 14. Louis, Marie Antoinette, Daniel Eliason, 4. George, Thomas Hope, Selim Habib, Abdülhamit Han, Pierre Cartier) iflas, ölüm ve felaket getirmiş! Bu elmas kimin eline geçtiyse batmış, ölmüş, perişan olmuş! İşte bu yüzden mücevher alırken soy ağacını kontrol etmek lazım!
- Tavernier’in ufak bir notunda, Ermenistan’da gece ortaya çıkan, gözleri parlayan ve ellerinden ışık yayan, yaklaşanlara üç gün rüyalar gösteren dağ topluluklarından bahsedilir.
Yakın zamanda yaşamış Peter Cosimo (1922-1984) ise UFO’lar ve dünya dışı varlıklar üzerine araştırmalar yapmış.
- Nevada’da yerli şamanlardan yeraltında yaşayan, gözleri karanlıkta parlayan bir halktan söz ettiğini yazmış. Güneş ise onlara göre “düşmüş bir tanrının gözü”ymüş.
- Antik Tibet metinlerinde yıldızlardan gelen “kızıl giysili insanlar” anlatılırmış. Yanlarında yazı değil, ışık titreşimleri içeren taş levhalar getirirlermiş ve lamalar onlara “kırmızı yıldızın oğulları” dermiş.
- Peru’daki Nazca Çizgileri’nin yalnızca gökten görülmek üzere yapılmış olamayacağını belirtmiş. Bazı çizgilerin dev ayak izleriyle bittiğini, yerel efsanelerin gökyüzü devlerinin yürüyerek dünyaya indiğini anlattığını yazmış.
- Malta’daki Hal Saflieni yeraltı tapınağının akustik rezonansla inşa edildiğini ve meditasyon yapanların burada bedenlerinden ayrıldıklarını söylediklerini aktarmış.
- Piramitlerin inşasında ise eski Arap kaynaklarına göre taşların altına özel bir papirüs konulup ses titreşimiyle havaya kaldırıldığını yazmış. Yani “Hokus Pokus, taş yukarı!”
- Tibet’te keşişlerin yalnızca meditasyon yoluyla başka gezegenlerden gelen varlıklarla iletişim kurdukları söylenirmiş. Bu varlıklar “görünmeyen öğretmenler” olarak adlandırılırmış.
Antik Dönemden Şaşırtıcı Bilgelikler: Tiyanalı Apollonius
Bazı kitaplarda Hz. İsa olduğu bile söylenen milattan sonra 15’te yaşamış Tiyanalı Apollonius‘un notları ise bambaşka bir boyutta.
- Babil’in doğusundaki dağlarda yaşayan Brahmanların tapınağının gökten inmiş bir nur gibi parladığını ve onların bedenlerini değil ruhlarını beslediklerini anlatır.
- Brahmanlara yaklaşırken tek kelime etmemiş, ama onlar onun niyetini anlamışlar ve “Ruhumla konuşuyorsun, bu yüzden diline gerek yok” demişler. Telepatinin en hası!
- Brahmanların başı, zamanın kendileri için olmadığını, zamanın dışına geçtiklerini, dün, bugün ve yarının onlar için aynı olduğunu söylemiş. Zaman bükücüler!
- Apollonius, bir Brahman’ın bedeniyle birlikte göğe doğru yükselişine şahit olmuş, ne ateş ne duman varmış, etraf ışık dolmuş.
- Bir taş bulmuş ve Brahmanlar o taşın konuşabileceğini söylemişler. Dokunduğunda taş “Zihnini temizle. Ancak o zaman seninle konuşabilirim” demiş. Taşların bile bizden beklentisi varmış!
- Efes’teyken birden durup Roma imparatorunun o an Korint’te öldürüldüğünü söylemiş ve haber geldiğinde haklı çıkmış. Nasıl bildiğini sorduklarında ise “Oraya gönderilen ruhum gördü” demiş. İşte buna “ruhsal drone” denir!
- Bir gün iki farklı şehirde aynı anda görülmüş! Öğrencileri nasıl yaptığını sorduğunda “Ruhun sınırı yoktur. Beden tek yerde olabilir ama öz çok yerde bulunabilir” demiş.
- Mısır’da eski bir tapınak kalıntısında, taşların konuşmadığını ama duyduğunu, binlerce yıl önce fısıldanan sözlerin hala yankılandığını söylemiş. Flash disk gibi taşlar!
- İran’da Mitra’ya adanmış bir vadiye varmış. Burada rüzgar esmez, Güneş hareket etmez, zaman akmaz, geçmiş ve gelecek buraya uğramazmış. Ruh bedenden uzaklara gidebilirmiş. Büyükl ihtimalle manyetik alanı çok güçlü bir yer!
- Bir şehirde halkın korktuğu bir heykel varmış, göz göze gelenler delirirmiş. Apollonius heykelin karşısına geçip “Senin gücün gözlerde değil zihinlerde. Seni korkuyla beslemişler” demiş, birkaç kelime fısıldayınca heykel ortadan ikiye çatlamış! Demek ki korkuyla beslenen her şey çatlayabilir!
Vudu’nun Perde Arkası: William Seabrook’tan Zombi Gerçeği
20. yüzyıl başlarında Amerikalı gazeteci William Seabrook, Haiti’deki Vudu büyücüleri ve zombiler üzerine yazmış.
- Bir Vudu ritüelinde gözleri kararmaya başlamış ve fiziksel dünyadan kopup başka bir boyuta geçtiğini hissetmiş. Havadar bir ruhsal enerjinin ortasında kalmış, ayinlerin fiziksel dünyadan kopuşu ve başka bir boyuta geçişi sağladığını belirtmiş.
- Haitili şifacılara göre zombi olmak sadece fiziksel değil, ruhsal bir ölümmüş. Ruhun hapsolduğu bir varlıkmış. Bir zombiye baktığında derin bir boşluk ve ruhsal bir karanlık hissettiğini anlatmış. Göz teması bile tırsıtır!
- Bir Vudu doktoru ona gizli bilgiler ve ruh çağırma teknikleri öğretmiş. Derin transa girdiğinde beyninde huzursuzluk hissetmiş, insan dışı bir varlıkla iletişim kurmuş gibiymiş.
- Bir Vudu rahibinin ayininde derin bir transa girdiğini ve karanlık bir enerji hissettiğini, rahibin adeta başka bir varlık tarafından ele geçirilmiş gibi göründüğünü yazmış. O anda gerçekliği bükebilecek bir güç hissetmiş.
- Bir zombiyle tanıştığını anlatmış. Ölümsüz gibi hareket eden ama ruhsal bir boşluk içinde olan bu varlıkların, ruhları kaybolmuş, vücutları bir kabuk gibi dolanan insanlar olduğunu düşünmüş.
- Bir Vudu şifacısının hazırladığı büyülü iksiri içtikten sonra kendini farklı bir varlık gibi hissettiğini, bedeninin ışıldadığını ve ruhsal uyanışı gözlemlediğini belirtmiş. Bu tür iksirlerin bilinçaltındaki gizemli kapıları açtığına inanılırmış.
- Zombi olmanın bedensel dönüşümden çok ruh esareti olduğunu anlamış. Ölen kişinin ruhu bedenini terk etmediğinde, bedenin dirilmeye zorlandığını ve bu ikilemde kalan kişinin zombi olduğunu savunmuş.
Lady Hester Stanhope: Ruhlarla Fısıldaşan Bir Kadın
18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarının gezginlerinden Lady Hester Stanhope, Lübnan dağlarında ilginç deneyimler yaşamış.
- Dağda kamp kurduğu bir mağarada eski ruhların kendisine ulaştığını ve kadim bilgileri aktarmak üzere bir ritüel gerçekleştirdiğini anlatmış. Bu deneyimde gizemli bir ışık ve zamanın ötesine geçiş deneyimi yaşamış. Ruhlarla muhabbet etmek herhalde Lady Hester’a göre sıradan bir akşam aktivitesiymiş!
- Şam’da lanetli olduğu söylenen bir çeşmeden içmiş ve garip vizyonlar görüp gerçeklik algısının bozulduğunu, özellikle geçmişe dair çok canlı rüyalar gördüğünü aktarmış.
- Lübnan dağlarında haritalarda yer almayan gizli bir tapınak keşfetmiş.
İbn Fazlan: Gökteki Savaşlar ve Yecüc Mecüc’ün İzleri
10. yüzyıl seyyahı İbn Fazlan, Abbasi halifesi tarafından Rusya’ya gönderilmiş.
- Rusya yolculuğunda çadırının önünde beyaz elbiseli, yüzü belirgin olmayan, etrafı ışık halkasıyla parlayan bir adamın belirdiğini anlatmış. Adam bir şeyler söylemiş ama anlayamamış, sonra kaybolmuş. Rüya gibi bir anmış. Bu bir melek mi, uzaylı mı, yoksa İbn Fazlan’ın rüyası mı? Kim bilir…
- Hazarlar arasında hayat ve ölüm arasındaki dengeyi anlatan gizemli bir öğreti olduğunu öğrenmiş. Bu öğretiyi öğrenenlerin gizli tapınaklarda toplanıp öteki dünyaya açılma çabası içinde olduklarına inanılırmış. Bu toplantılarda gizemi ışık halkaları görülüyormuş ve göksel bir işaret olarak kabul ediliyormuş.
- Rusya’da bir kabilenin kadınlarının özel bir tapınak ritüeli için çırılçıplak dans ettiğini görmüş. Bu danslar sırasında gizemli bir enerji yayılıyormuş ve ruhsal bir bağ kuruluyormuş. Ayin, cinsel enerji ve ruhsal güçlerin birleştiği bir deneyim gibiymiş, cadıların ritüellerini anımsatıyormuş.
- Bulgaristan’da güneş batmadan bir saat önce semanın kızardığını, şiddetli sesler ve gürültüler geldiğini görmüş. Ateş gibi kırmızı bir bulutun içinde insana ve hayvana benzeyen, yay, mızrak ve kılıç taşıyan hayaller görmüş. Sonra başka bir bulut daha belirmiş ve iki bulut birbirine hücum edip savaşmaya başlamışlar! İbn Fazlan ve ekibi çok korkmuş ama yerliler gülüp şaşırmışlar. Hükümdar, bu savaşların cin taifesinin müminleri ile kafirleri arasında her akşam gökyüzünde yapıldığını söylemiş. Evliya Çelebi’nin de Bulgaristan’da gökyüzünde savaşan cadılardan bahsetmesi ilginç bir tesadüf!
- Bulgar hükümdarı, ülkesinde boyu 12 zira (yaklaşık 8 metre) olan, başı kocaman bir kazan kadar, burnu bir karıştandan daha büyük, gözleri iri, konuşmayan bir devin yaşadığını anlatmış. Bu devin Yecüc ve Mecüc kavminden olduğunu ve onların denizle çevrili bir yerde yaşadıklarını, hayvanlar gibi çiftleştiklerini ve her gün Allah’ın denizden onlara bir balık çıkardığını, herkesin ihtiyacı kadar aldığını, fazlasını alanların karın ağrısı çektiğini ve hatta öldüğünü aktarmış. Her gün alınan balığın derisinin yenilendiği ve döngünün devam ettiği söylenmiş.
Vampir Avcıları ve Dev Ayak İzleri: Craven ve Kinglake
Richard Keppel Craven, 19. yüzyılda Avrupa’da vampirleri araştırmış ve “The Vampire in Europa” adlı bir kitap yazmış.
- Bir gece köylülerin vampir olduğunu düşündükleri bir kişiyi takip ettiklerini ve o kişinin garip bir ışık yansıtarak ilerlediğini görmüş. Bu ışığın ölülerin ruhlarının dünyaya geri dönüşünü işaret ettiğine inanılıyormuş. Köylü, kişinin gerisinde bir gölge gördüğünü iddia etmiş.
- Transilvanya’da bir köyde mezarlarda gizemli kanlı izler bulunmuş. Köylüler mezarları açıp ölü bedenleri incelemişler. Eğer ölünün gözleri açık ve dişleri uzunsa, bunun bir vampir olduğunu kabul ediyorlarmış.
- Yaşlı bir kadın, ruhu bedeni terk etmezse kişinin vampire dönüşeceğini söylemiş.
- Köylülerin, vampirlerin mezarlarından çıkmasını engellemek için mezarların üzerine odun yığıp etrafa gümüş yerleştirdiklerini görmüş. Gümüşün vampirleri etkisiz hale getireceğine inanılıyormuş.
19. yüzyılda yaşamış Alexander Kinglake de ilginç notlar düşmüş.
- Kudüs yakınlarındaki bir manastırda geceyi geçirirken sessizliğin içinde yabancı bir figür belirmiş. Bunun bir varlık değil, görünmeyen bir ruh olduğunu anlamış ve fiziksel değil, ruhsal bir bağlantı kurduğunu düşünmüş. Varlık aniden kaybolmuş ve Kinglake kalbinde bir huzur hissetmiş.
- Şam’da yürürken garip hareket eden ve tuhaf sözler söyleyen bir kadın fark etmiş. Kadının etrafındaki hava aniden soğumuş ve kasvetli bir gerginlik yayılmaya başlamış. Kadının ritüeli ona cadılarla ilişkilendirilen batıl inançları hatırlatmış. Gölge figürleri belirmiş ve sonra kaybolmuşlar.
- İstanbul’da yerel halktan devlerin bulunduğu yerler hakkında efsaneler duymuş. Özellikle Boğaz’a yakın yerlerde devlerin taşları yerinden oynattığına ve dev yapılı varlıkların insanlardan saklandığına dair hikayeler duymuş. Bir adam bir gece insan gibi olmayan, gizemli bir güçle donanmış bir dev gördüğünü anlatmış.
- Yunanistan’da bir köyde eski devlerin köyleri tehdit ettiğine dair sohbetler yapmış. Birçok kişi büyük taşlarda devlerin izlerini (ayak izlerini) gördüklerini iddia ediyormuş. Devlerin taşları yerinden oynattığını ve bazen gökyüzünde devasa görünmeyen varlıklarla karşılaştıklarını anlatmışlar. Kinglake de bu devlere ait ayak izlerini kendisi de gördüğünü aktarmış.
- Hindistan’ın kuzeyinde bir köyde gece saatlerinde gizli varlıkların köye girerek insanları ruhsal olarak etkilediklerini duymuş. Bazı kadınlar cadı olarak tanımlanıyor ve gece yarısı gizli ritüeller gerçekleştiriyorlarmış. Kaybolan bir kadının gizemli bir varlık tarafından köye geri getirildiğini duymuş. Köylüler kaybolan kadının bir cadı olduğunu ve bu figürlerin doğaüstü güçlerle kontrol edildiğini düşünmüşler.
- Bosna’da bir köyde, eski zamanlarda devlerin topraklarını fethetmek için geldiğini ve büyük taşlardan izler (ayak izleri) bıraktıklarını öğrenmiş. Bosna piramitleri de düşünülünce, acaba bu anlatılan devlerle mi ilgili, diye insan merak ediyor.
Moğol Bozkırlarından Karanlık Gölgeler: William of Rubruk
13. yüzyılda Orta Asya’ya seyahatleriyle tanınan William of Rubruk‘un notları da korkutucu derecede ilginç.
- Bir Moğol büyücü ona gizemli varlıkların bir köyde dolaştığını ve oraya girenlerin ruhsal olarak zarar gördüklerini söylemiş. Köyde yavaşça yürüyen bir gölge varmış, kimse ne olduğunu bilmiyormuş, ama bunun bir cin veya sahipsiz bir ruh olduğuna inanılıyormuş.
- Moğollar arasında gizli varlıkların etkisinden kurtulmak için büyü yapılırmış. Lanetlenmiş bir grup insan için büyücü çağırmışlar ve ruhsal temizleme ritüeliyle iyileşmişler.
- Birkaç Moğol dağlık bir bölgede gezerken devasa bir varlığın onlara saldırdığını anlatmışlar. Bu varlığın gölgeyi kontrol ettiğini ve etrafta dolaşan yaratıkları etkilediğini iddia ediyorlarmış. Herkes bu varlığa gizli bir varlık olarak bakıyormuş ve gece boyunca köyün etrafında sürekli dolanıyormuş!
Halk Biliminin Derinliklerinden: Doktora Tezi Işığında Anadolu ve Asya
Mustafa Özbaş’ın Ege Üniversitesi’ndeki doktora tezi, 19. yüzyıl İngiliz seyahatnamelerinde Türk boylarının inançlarını inceliyor ve orada da inanılmaz şeyler var!
- “Bir Rus’u kazırsanız altından bir Tatar çıkar” denildiğini aktarıyor. Yani Rusların barbar atalarından miras kalan alışkanlık ve düşünme biçimlerinden kurtulmaları vakit alacaktır denmiş.
- Yakut cadılarının ormanda kavga edince, ormanın ruhunun kızıp daha aşağı ruhlardan oluşan takımlarını üzerlerine saldığını ve bir anda fırtına kopup ormanın yok olduğunu anlatıyor.
- Kırgızlar arasında sarılık olan birinin vücuduna altın koyarak bütün gün sarı bir renge batmasını sağlamak gibi “homeopatik” denebilecek bir şifa yöntemi varmış.
- “Dağ hastalığı” dedikleri nefes daralması için, hastalığı genç bir kadın olarak görüp hastaya en tiksindirici ifadeleri yöneltirlermiş, böylece içindeki dişi hastalığın onu terk edeceğine inanılırmış.
- Kırgız bozkırlarında iki çadırın (biri mavi, biri kırmızı) bulunduğu, altında ne olduğunu kimsenin bilmediği, koruyucu ruhların beklediği bir mağara varmış. Buraya girmeye cesaret eden iki Kırgız’ın kötü muameleye uğrayıp kaçtığı, hatta mağaranın girişine görünmez eller tarafından yiyecekler bırakıldığı söylenirmiş.
- Çin’de Çinlilerin Nuh’un çocuklarından Şam’ın soyundan geldiğini, İngilizlerin ise Yafes’ten geldiklerine inandıklarını duymuş. Türklerin soyunun da Yafes’e dayandığını duyunca heyecanlanmış.
- Türkmenlere göre Hz. Adem son günlerini Berkh şehrinde yaşamış ve orayı yeşertmiş.
- Kırgızistan’daki Kora Vadisi’nin lanetli olduğu ve cin kavminin yaşadığına inanıldığı için kimse ayakkabıyla bile girmezmiş. Ama bir gün genç bir Kırgız “yalan bunlar” deyip arkadaşlarıyla vadiye girmiş, pisletmiş, çalgı çengi yapmış. İki gün sonra cesedi ormanda paramparça, kafası bir yerde, kolları bacakları başka yerde, gövdesi yere çivilenmiş halde bulunmuş! Koruyucu ruhların intikamı olduğu söylenirmiş. Bu hikayeyi duyunca Kora Vadisi’ne “Merhaba” bile demeden geçmek isteyebilirsiniz!
- Bir Alman seyyahın, kovduğu Kırgız çalışanının tüfeğine büyü yapması sonucu hiçbir şey avlayamaması ve büyüyü bir şamanın bozmasıyla tekrar avlanabilmesi gibi büyülü bir hikaye de anlatılır.
Hastalıklara Karşı Gizemli Şifa Yöntemleri
Seyyahlar sadece tuhaflıkları değil, o dönemde uygulanan ilginç şifa yöntemlerini de notlarına kaydetmişler:
- İbn Batuta, Hindistan’da Sufilerin dua ve nefesle hastalıkları iyileştirdiğine, cin çıkarma, tütsü ve Kuran ayetleriyle yapılan uygulamalardan bahsetmiş. Brahmanların altın suyu içirme yöntemine dikkat çekmiş.
- Evliya Çelebi, Anadolu ve Balkanlarda halk hekimlerinin muska, taş emdirme, kutsal türbe toprağı yedirme gibi yöntemler kullandığını, hatta Bursa’da bir dervişin yağmur suyuyla yapılan özel hamurdan macunla hastalıkları tedavi ettiğini yazmış.
- Tavernier, değerli taşlarla şifa inancının yaygın olduğunu, Yakut’un kalbe, Zümrüd’ün göze iyi geldiğine inanıldığını aktarmış. İran’da akrep sokmasına karşı tuzla sarma ve Kuran okuma yöntemlerinin uygulandığını söylemiş.
- Xuanzang (Juan Cenk), Hindistan’daki Budist rahiplerin meditasyonla zihinsel hastalıkları tedavi ettiklerini ve Buddha heykelinin suyuyla yıkanarak elde edilen şifa suyunun hastalara içirildiğinde iyileştirdiğini yazmış.
- Nicolas Roerich, Tibet’te kullanılan mantralarla titreşim terapisi ve aura temizleyen taşlar konusunda deneyimler yaşamış. Şambala’dan gelen gizli şifa bilgisinin sadece seçilmiş kişilere verildiğini belirtmiş.
- Sven Hedin, Tibetli lamaların zihinsel projeksiyonla hastalık iyileştirme yöntemlerinden bahsetmiş. Keşmir’de bir şifacının yedi gün boyunca sadece mantralar okuyarak bir hastayı iyileştirdiğine şahit olmuş.
- Marco Polo, Çin’de kullanılan altın tozlu merhem, ejderha kemiği tozu gibi egzotik ilaçları anlatmış. Tatar şamanlarının davul çalıp hastaların ruhunu geri çağırdığını ve tuhaf bir şekilde iyileştiklerini aktarmış.
- Pedro Teixeira, İran’daki ateş güderlerin (Mecusiler) hastaları kutsal ateşin etrafında döndürerek iyileştirdiğini yazmış.
- Ulirih Set, Bedevilerin yılan zehrine karşı yılan yağı kullandıklarına ve Kuran ayetlerinin yazılıp silinerek elde edilen ayetli su içirme tedavilerine şahit olmuş.
- Lady Mary Montagu, Osmanlı’da çiçek hastalığına karşı uygulanan aşı yöntemini Avrupa’ya ilk anlatan kişi olmuş ve Avrupa’da tıp camiasını şaşkına çevirmiş.
- Kasten Nibur, Yemen’de safran, keçi boynuzu ve deve idrarı karışımıyla yapılan halk tedavilerinden, çocukların korkuları için başlarının etrafında tütsü çevrildiğinden bahsetmiş.
- Richard Burton, Mekke ve Medine’de hasta olanların zemzemle gusledildiğini ve bazılarının türbelere yatırılarak şifa bulduğunu anlatmış.
- Vámbéry, Türkistan’da şamanların bakır aynayla ruh çağırarak hastalıkları iyileştirdiğini, bitkisel tedavilerde çörek otu ve ardıç buhurunun kullanıldığını yazmış.
- William Seabrook, Yemen’de bazı kabilelerin ruhsal hastalıkları tedavi için cin çıkarma dansları düzenlediğini, büyücülerin hastaya gizli kelimeler fısıldayarak hastalığı kovduklarına inandıklarını belirtmiş.
- Pierre Loti, eski Mısırlılardan kalma mumya tozunun (mumyaları yiyorlarmış!) özellikle kemik hastalıklarına karşı çok işe yaradığını aktarmış. İnanması güç ama gerçek!
Kaynak: Evren Afat | Seyyahların Akılalmaz Hikayeleri | Kayıp Diyarlar
Evet sevgili okuyucular, seyyahların kaleminden eski dünyanın akılalmaz tuhaflıklarını ve gizemli şifa yöntemlerini konuştuk. Uçan insanlardan sihirli kitaplara, konuşan ağaçlardan denizden fırlayıp çıkan gemilere, gökyüzünden inen tuhaf varlıklardan lanetli taşlara, göğe yükselen ruhlardan zamanın durduğu mekanlara, yıldızlardan inen varlıklara kadar birçok şeyi bu notlarda bulduk.
Bu gezginler, sadece coğrafi keşifler yapmakla kalmamış, aynı zamanda insan ruhunun ve evrenin gizemlerini de kurcalamışlar. Belki de bu hikayeler, dünya sandığımızdan çok daha garip bir yerdir sorusunu bir kez daha sorduruyordur bize, ne dersiniz? Bir sonraki macerada görüşmek üzere, merakınız hiç bitmesin!